Toplumumuzda onca sorun varken neden buna değindiğimi soranlar elbetteki olacaktır. Biraz da olaylara başka bir taraftan bakmak lazım. “Baykal’ın son kasedi müzik marketlerde” konulu haberler zaten içimizi yeterince bunalttı. Bu haberlerin gelip geçici olduğunu hepimiz biliyoruz ama yıllardır değişmeyen sorunlarımızdan en büyüğü ve mühimi olan bilim kurgu filmlerindeki uzay temalı filmlerin genel mekan sorununa. Artık bir başka yazımızda da karakter ve ırk sorununa değiniriz. Mekan sorunu nedir diye aklınızdan geçirmeye başladığınız şu anlarda zihninizin aradığı besini sunmaya başlayalım. Mekan kavramını ikiye ayırıp işimizi kolaylaştıralım. İç mekan (uzay gemisinin içi, uzaylıların evinin içi) ve dış mekan (gezegenin iklimi, coğrafyası, yapılar ve yaşam alanları vb.) Mekan sorununu genel olarak tanımlayıp yalnızca iç mekana yoğunlaşacağım. Dış mekan sorunları için ayrı bir yazı yazarım belki.
İzlediğimiz gördüğümüz bir çok filmde (konusu ne olursa olsun) ortaya konulan karakterlerin bir yaşam alanı vardır. Örneğin Kurtlar vadisindeki merhum Laz Ziya’nın evini düşünelim. Karakterin gelir durumuna ve zevklerine uygun döşenmiş antika mobilyalardan, kısmen gotik öğelerden ve pahalı iç dekorasyon malzemelerinden oluşan güzel bir salonu vardı. Kısacası bu karakter ile örtüşen ya da örtüşmeyen her neyse bir evi vardı ve eşya doluydu. Pahalı ya da süslü de olsa bir kanepesi vardı oturulan. Antika koltukları vardı. Tabloları, saati, halıları, pahalı tabakları, mobilyaları hepsi insani eşyalardı. Kimi süs olsun diye, kimi dekoratif görünmesi için. Aynı şekilde en eşyasız karakterlerden birini seçelim. Amerikan filmlerinin meşhur “homeless” karakterlerinin dahi mekanı kendine özgüdür. Bir sokak arasında çöplere yakın ve mümkünse üstünü örtebileceği bir kartonu ya da barakası olan bir karakterdir. Yırtık pırtık uzun paltosu, kirli uzun sakalları, göz altı torbaları ve acımaklı bakışları ile mekanı ile bütünleşir. Oysa uzay filmlerinde mekan çok büyük bir sorundur. Hem uzay araçlarının içi hem de gezegenin kendisi tam bir fiyaskodur.
Uzay gemilerinin iç tasarımında neredeyse bütün filmlerde aşırı bir boşluk hakimdir. Uzaylı da olsa üç aşağı beş yukarı insan gibi görünür ama hep ayaktadır oturacak bir kanepesi yoktur. Duvarında bir tablosu ya da ne bileyim uzaya özgü bir sanat eseri de yoktur. En azından dedesinin bir hologramını yansıtabilir duvara. Lazer işlemeli bir çelik ya da adamantiyum heykelcik de olabilir. Duvarları dümdüzdür, gri renkler hakimdir. Ya herşey aşırı köşelidir ya da herşey yusyuvarlaktır. Tamamen ruhsuzdur uzaylının evinin veya aracının içi. Kaptan kabininden koridorlara, makina dairesinden kamaralara her yer dümdüz, renksiz, sabit bir ışıkta ve tek tiptir. En ilkel mağara adamı dahi duvarına Mamut resmi çizerken, koskoca uzay gemisi yapıp evrenin taa öbür köşesinden gelen bu medeniyetin; sanatın hiçbir dalıyla tanışmadan bu denli teknolojisi olması, hiçbir dekoarasyon yeteneği ve zevk sahibi olmadan böyle bir uygarlık olmasını beklemek çok ters geliyor. Sanatını sepetini geçtim o kadar medenisin teknolojiksin bir misafirini ağırlamaktan acizsin. Koskoca hangar gibi odanın ortasında dümdüz dört duvar arasında ayakta konuşuyor her sorununu.
Bir film için, insan karakteri tasarlarken sosyal statüsüne ve kişilik özelliklerin göre giydirip uygun mekana da saldık mı tadından yenmez. En dandik filmde bile çarığından hırkasına, yıpranmışlığından kirine kadar cillop gibi karakter tasarlanır. Her ayrıntı ilmek ilmek işlenir. İş uzaylıya geldi mi nutku tutuluyor kostüm ve mekan tasarımcılarının. Vücuda oturan tek renk pvc kıyafetler her zaman moda uzayda. Herkesin logosu da oluyor. Yaratıcılık bu noktada tamamen bitmiş. Uzaylılara veya uzay gemisi mürettebatına ilk tayt giydiren şahıs bu modanın 40-50 yıl süreceğini tahmin bile edememiştir. Kendisini takdir ediyorum ancak kendisinden sonrakiler ellerindeki tek örneği kopyalayıp durmuşlar. Bir diğer konu da uzaylıların niyetinin giysilerin renginden ve mekanın temizliğinden anlaşılır olması. İyi ırklar hep açık renkli giyinirler, genelde karakterler de zarif olur. Gemilerinin içi ışıl ışıldır. Bal dök yala misali her yer gıcır gıcırdır. Geminin camları o uzayın gazına tozuna rağmen parıl parıldır. Karakterler kötü niyetliyse salkım salkım dökülen koyu renkli giyisileri olur. Gemiyi bok götürür. Her yerde sümüğümsü jeller görürsünüz. Kendilerinden de bu jel sürekli dökülür, bu sümüğün ve jelin hiçbir mantığı yok. Uzaylıysan hele de kötüysen vıcık vıcık olmak zorundasın. Sanırım salgıladıkları kötülük hormonu ile ilgili. Kötülerin gemisinde cam da pek az bulunur aydınlatmaya da pek ihtiyaç duymazlar. İşlerini karanlıkta görürler demeye getiriyor yapımcı ve dekoratif arkadaşlar. Kötülerin gemisinin dış görünüşü de pistir. Toz kir içindedir. Siyah renklidir ve sert hatları vardır. Ne hikmetse kötülerin genelde bir koltuğu olur. Evet sadece bir koltuk. Taht desek daha doğru. Ondada geminin lideri olan baş kötü oturur. Etrafında ise sinirlenince kafasını kopartmak için topladığı güvenilir(!) heyeti vardır. İyilerin gemisindeki minimalist dekorasyon bize teknolojiyi hissettirse de kötülerin gemisi uçan bir bir zindan modundadır. Neredeyse taş duvarlardan oluşur, taş değilse de ramak kalmıştır.
Bahsettiğimiz bu abuk mekanlara ne karakter koyarsanız koyun hep bir eksiklik hep bir boşluk olur. Uzay filmlerinin ruhsuz olmasındaki en büyük etken karakterlerin şekli şemalinden değildir. Karakterlerin bulundukları mekana ait olamamalarındandır. Adam akıllı bir uzaylı tasarlamak için teknolojisini, yaşam biçimini, beslenmesini ve sosyal yaşamını da düşüneceksin. Ona güzel bir de mekan sunacaksın işte ben buna yaratcılık derim. Evinden özünden sosyal yaşamından koparılmış bomboş, ruhsuz uzaylı hikayeleri lazerle ve görsel efektle bir yere kadar gider.
Şu ana kadar hep iç mekanı eleştirdiysem de yakın bir zaman kadar dış mekan için de durum böyleydi. Bunu aşan tek film Avatar oldu. Her ne kadar uzay diye mavi bir Güney Amerika, uzaylı diye de mavi Kızıl Derililer anlatılsa da en azından karakterlerin mekanı, sosyal yaşamı, geleneği göreneği dili vardı. Filmin ne kadar sevildiğini de gördük. Üçüncü boyutu ve görsel efekti bir yana bu karakterlerin ruhu olmasıydı, en çok beğenilen. Yaratıcılık ve senaryo konusunda vasatın biraz üstünde olsa da uzaylıyı çat pat ayakları üstüne oturttuğu için Avatar başarılı oldu. Yazıma başlarken sonunu Avatar’la bitireceğim benim de aklımda yoktu ama fena da olmadı.
Çok eğlenceli bir yazı olmuş…